Mehmet Bayrak: ‘Kürt, Kızılbaş ve Komünist’e yaşama şansı tanınmadı
Osmanlı döneminden bu yana Aleviler katledildi. Yerlerinden sürüldü… Cumhuriyet dönemi ile Alevilere yönelik katliam politikasında değişmedi… Nitekim 19. yüzyıl ile birlikte değişen politikanın adı Alevi Kürtler oldu. Kızılbaş Kürtleri yok etmek, onları sürgün etmek Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli politikalarıydı.
Aleviler ve Kürtler üzerine araştırmaları ile bilinen Mehmet Bayrak ile geçmişten bu yana Alevi katliamların seyri ile Maraş’ta yaşanan katliamlarda hiç bilinmeyenleri konuştuk. Nitekim Maraş katliamından önce Maraş’ın başka bir kazası olan Elbistan’da Alevi Kürtlere yönelik gerçekleştirilen katliam bilinmiyordu. Yine 1973 yılında Maraş katliamından bir kaç yıl önce çıkarılan bir kitapçık ile Maraş katliamına giden süreç nasıl oldu; Bayrak’la onu da konuştuk.
Alevilerin tarihi hep katliamlar ve sürgünlerle dolu. Önce, Alevi katliamların izlediği seyirden bahsedelim. Özellikle Selçuklu döneminden itibaren devletin resmi ideolojisi Hanifi müslümanlık olduğu için bu resmi ideolojiye ters düşen bütün İslam dışı inançlar boy hedefi haline geldiler. Nitekim 1238/39 sarayın tutumuna tepki olarak ortaya çıkan Babai isyanı ve buna bağlı olarak yapılan büyük katliam, Anadolu’da İslami nedenler ile yapılmış en büyük katliamlardandır. 16. yüzyıldan sonra hilafetin alınması ile birlikte Alevi katliamlarında bir yoğunlaşma görülüyor. Babai isyanı dediniz…. Onlarda Kızılbaş Kürt müydü? Her soydan, her boydan insanlar vardır. Kızıbaş, içlerinde Hıristiyanlar da, İslama aykırı ters düşen ne kadar din, inanç varsa hepsinin mensupları var bu hareketin içinde. Nitekim yapılan çatışmaların ardında Kırşehir’in malyon ovasında bütün Babailer yediden yetmişe kılıçtan geçtiler. Üstelik Selçuklu, paralı frenk askerlerini çağırarak bu katliamı gerçekleştirdi. Daha sonraki süreçte 15 yüzyılda Şah Kulu isyanı, Şeyh Bedrettin isyanı gibi Alevi önderlikli hareketler ve bunlara bağlı büyük katliamlar yaşandı. Hilafetten sonra nasıl oldu? 16. yüzyılın başlarında Hilafetin alınmasından sonra Alevi katliamları alabildiğine arttı. çünkü bu kez Hanifi müslümanlığı ekseninde Yavuz Sultan Selim hilafeti zorla aldı. Dolayısı ile kendisini zorla halife padişah ilan etti. Böyle olunca Alevi Kızılbaş unsurlar ile sarayın ilişkileri tamamen bozuldu ve tamamen uzaklaştılar. Çelişkiler alabildiğine arttı. O tarihden itibaren Alevi önderlikli halk hareketleri ile Osmanlı’nın yaptığı katliamlar doruk noktasına vardı.Bunlardan sadece ben iki tanesini söyleyim. Yavuz’un Çaldıran seferi döneminde 50 binden fazla Kızılbaşın katledildiğini o tarihteki tarihler veriyor. Yine 16. yüzyıl sonlarında özellikle Hırvat asıllı veziri azam olan Kuyucu Murat Paşa öncülüğündeki, adını insanları diri diri kuyulara atarak katletmekten alıyor bu şahıs. Kuyucu Murat Paşa döneminde 80- 90 bin civarında Alevinin katledildiğini veriyor tarihler. Daha sonraki süreçte peyder pey katliamlar devam etmek ile birlikte, özellikle 19 yüzyıl başından itibaren Alevi katliamlarının seyrinin kısmen değiştiğini gözlemliyoruz
Özellikle o tarihten itibaren bugüne kadar fazla bilinmeyen Dersim bölgesinde Kızılbaş Kürt katliamı var, 19. yüzyıl başlarında… Yine Gürcü kökenli Kör Yusuf Ziyadettin Paşa adından bir sadrazam ve seraskerin komutasında Osmanlı ordusu Dersim’e saldırıyor. Sadece bir gecede hile ile Erzincan bağlarına Düzlük dereye görüşmek için çağırdığı 150 Kızılbaş Kürt aşiret reisinin kellesini kesiyor. Burada doğrudan Osmanlı’nın Kızılbaş Kürtlere yöneldiğini görüyoruz.
Neden Kızılbaş Kürtler hedef alınıyor? Kızılbaş Kürtler geçmişten bu yana ne Osmanlı ile ne Safeviler ile tam anlaşabiliyorlar. Çelişkilerden dolayı istenmez unsurlar ilan ediliyorlar. Dolayısı ile bunlar bir yandan batıya, bir yandan doğuya doğru tarih içinde perakende göçler yaşıyorlar. Kızılbaş kimliğinden dolayı zaten çelişkiler var. Burada Hanifi Müslümanlık devletin resmi ideolojisi, öbür tarafta Şiilik devletin resmi ideolojisi; Kızılbaşlar iki yönlü bunlarla ters düşüyorlar. Dahası Sünni Kürt mirlikler, beylikler, büyük ölçüde Osmanlılarla kısmen Safeviler ile işbirliği yaptıkları halde. Kızılbaş Kürtler, ikisi ile çelişkili oluyor. Dolayısıyla yalnız olan Kızılbaş Kürtlerin üzerine yöneliyor Osmanlı. 19. yüzyılda bilinmeyen katliamlarda var mı? Yine 19. yüzyıl içerisinde bugüne kadar bilinmeyen iki tane önemli Kızılbaş Kürt katliamı daha var. Bunlardan bir tanesi 19. yüzyıl ortalarına doğru özellikle Mareşal Motke’nin Osmanlı ordusunda müşavir subay olarak bulunduğu 1835-1839 yılları arasında Akçadağ bölgesinde çok büyük bir Kızılbaş Kürt katliamı gerçekleştiriliyor. Bunu gerek mareşal Motke, gerekse Fransız gezginci Pushele o tarihte bizzat olayı gözlemleyerek bütün ayrıntıları ile anlatıyorlar. Kadınlar, çocuklar perişan oluyor. Binlerce insan katlediliyor. Geriye kalanıda sürgün ediliyor. Bunlar hiç bilinmiyor. Yine 19.yüzyıl sonlarında Kızılbaş Kürtler arasında hakikatçı Alevilik diye bir akım boy veriyor. Bu hakikatçı Alevilik, o tarihteki Hıristiyan kökenli misyonlarla, Ermenliler ile yakın dialoga girdikleri için sarayın dikkatini çekiyor. Özellikle yönetim bu Kızılbaş Kürtlerin üzerine yöneliyor. Hakikatçılardan bir bölümü Dersim’den Maraş’a kadar devam eden miğverde Kızılbaş Kürt bölgesinde yaşıyor. Bunlar bir yandan Anadolu içlerine sürülürken bir yandan da Balkanlar’a sürülüyorlar. Bunlara protlar da deniliyor (İslamı protesto eden unsurlar). Bunlardan biri, 1895 Malatya Kürecik’e bağlı Dümüklü köyünde ciddi bir katliam yaşanıyor. Mahalli sunni unsurların Osmanlı müfrezeleri ile birlikte yaptıkları saldırı sonucunda gerçekleştiriliyor. Saraydan, yaşanan katliamın kapatılması isteniliyor. Daha sonraki süreçte 1908 Meşrutiyet hareketi oluyor. Meşrutiyet hareketi “eşitlik, kardeşlik, ilerleme” gibi sloganlarla gerçekleştirdirildiği için, o zaman Kızılbaş Kürtler de umut bağlıyor. Nitekim destek veriyorlar. İttahatı Teraki’nin yönetimi Balkanlı dönmelerin eline geçtikten sonra işin seyri tekrar değişiyor. Tek tip toplum yaratma programı uygulamaya konulduğu için ilişkiler tekrar bozuluyor. Nitekim 1916’da Dersim’e karşı bir hareket var. Fakat özellikle 1921’de Kuzeybatı Dersim olarak nitelendirdiğimiz Koçgiri bölgesine karşı, Mustafa Kemal’in bilgisi dahilinde yapılmış ciddi bir katliam var. Koçgiri Kızılbaş Kürtleri o tarihte daha önce Kürdistan Teali Cemiyeti ile Osmanlı Partileri; özellikle muhalif, Hürriyet ve İtilaf Fıkrası gibi Kürdistan’a siyasi özerklik ve kültürel özerlik verilmesine ilişkin protokoller imzaladılar. Mustafa Kemal’in de bu konuda söylemleri var. Erzurum’da, Amasya’da, Ankara’daki ilk Meclis’te bu konuda söylemleri var. Koçgiri ve Dersim aşiret reisleri işte bu imzalanan protokollere uymalarına zorlamak için bir teklif (memorandum) veriyorlar.Fakat Kürdistan Teali Cemiyeti bu aşamada Kemalist harekete destek vermek gerektiğini, Türklere arkadan vurmanın Kürtlük şiarı ile bağdaşmadığını gerekçe göstererek Dersim halkına destek olmuyor. O aşamada görüşmeler yapılmakta iken, Sivas’ta Merkez ordusu komutanlığı yapan Arnavut kökenli sakallı Nurettin Paşa, bizzat dönemin Sivas valisini de aşarak; ki dönemin Sivas valisi Ebubekir Hazım Tebeyren anılarında açıkça bunu anlatıyor. Nasıl böyle görüşmeler devam etmekteyken merkez orudusu komutanlığını kendisini atlatarak, Mustafa Kemal ile bizzat nasıl haberleşmeye girdiğini ve ona dayanarak Karadeniz’de Topal Osman çetelerini de çağırarak nasıl Dersim üzerine gittiklerini ayrıntılı olarak anlatıyor. O katliamda 140 Koçgiri köyü yerlebir ediliyor. İnsanlar katlediliyor. Bir bölümü batıya sürülüyor. Mallarına el konuluyor.
Bu sebeple özellikle Kemalist hareketin güdümündeki ilk ciddi Kızılbaş Kürt katliamı Koçgiri’dir. Daha sonra bilindiği gibi muhtelif Kürt kimliğinin reddi ve inkarı sürecinden sonra, Lozan’dan 1923 sürecinden sonra Kürt hareketine legal örgütlenmesine izin verilmiyor. Şunu ayrıca söyleyim ikinci Meşrutiyet döneminde 20 dolayında Kürt kimlikli demokratik örgütlenme kurulmuştur. 1908-1923 arasında. İçinde siyasi partilerin, Kürt Kadınları Teali Cemiyeti, Kürt Talebi Hevi Cemiyeti gibi, Kadın ve gençlik örgütleri de dahil, çeşitli kültürel örgütler ve Kürt siyasal partileri, gibi örgütlenme kuruluyor. Bunların 15 civarında Kürt kimlikli gazete ve dergileri bulunuyor. Fakat bunların tamamı Lozan ile birlikte yasaklanıyor. Kürt hareketine illegaliteye geçmenin dışında olanak tanınmıyor. Mustafa Kemal’in arkadaşları, kendisi de dahil yüzde 95’i eski İttahatçıdır. Dolayısıyla Lozan ile birlikte kendisini güvenceye aldıktan sonra, tamamen Kürtlere dirsek çevriliyor. Önceden vaadedilen şeylerin hiç birisi yerine getirilmediği gibi bir ret ve inkar politikası başlıyor. Zaten bu politikadan bir dizi Kürt isyanına ve ona bağlı tehdip, Tenkil, Taktil (katletmek), temsil (asimilasyon), tehcir (göçürtme) ve tasfiye hareketi yaşanmış.
Diğer hareketler bastırıldıktan sonra geride Dersim kalıyor. 1926’da Dersimli Kızılbaş Kürt önderlerin bir bölümü Ankara’ya çağrılıyor. Mustafa Kemal bunların sırtlarını sıvazlıyor. Fakat 1930’lu yıllardan sonra Ağrı Zilan hareketleri bastırıldıktan sonra artık sıranın Dersim’e geldiği çok belli oluyor. Bu konuda elimizde belgeler var. Bunlardan bir tanesi katliamdan bir kaç yıl önce gizli Jandarma Genel Komutanlığı’nın gizli Dersim raporudur. Bu rapor kayıt altında 100 adet basılmıştı. Bu raporun arkasında bir cep var. Bu cebin içerisinde olanları ben alamadım. Haritalar ve askeri krokiler var. Daha önce Dersim’e dönük olarak yapılmış askeri hareketin planları ve krokilerin yanı dışında yeni yapılacak hareketin bütün planları ve krokileri de yer alıyor. Mustafa Kemal’in kendi eliyle çizdikleri de dahil. Bu sebeple, Dersim planlı bir katliamdı. Dersim son çıbanbaşı olarak görülmekteydi. Eğer Dersim de tasfiye edilirse, Kürt meselesinin bitirileceği varsayılmaktaydı.
Elbistan bilinmiyor… Yakın döneme gelindiğinde neler yaşanıyor? Şimdi bütün devletin resmi gizli belgelerindeki, Atatürk’ün danışmanı Prof. Hasan Reşit Tankutun, bizzat 1927’den itibaren sürekli olarak yönetime etno- politik inceleme raporları veriyor. Onun da belirlediği gibi Türkiye’de Kızıllbaşlar Kızılırmak’ın doğusunda ağırlıkta yaşamakta. Toroslarda Kızılbaş Türkmenler yaşamakta, Çukurova bölgesinde Arap Alevileri, Balkanlarda Kızılbaş ve Bektaşi unsurlar yaşamakta. Durum böyleyken 1967’de Maraş’ın kazası Elbistan’ta ciddi bir katliam girişimi var.Bu katliam çok yeni olduğu halde bilinmiyor. Halbuki o daha sonraki katliamların adeta habercisidir. 1960 ihtilalinden sonra göreceli olarak bir Anayasa yapıldı. Bu Anayasa çeşitli özgürlükler getirdi. İlk defa Türkiye genelinde bir sosyalist parti örgütlenebildi. O dönem Kızılbaş Kürtler yoğun olarak TİP’e (Türkiye İşçi Partisi) teveccüh gösterdi. 1960’lı yılların başlarında halk ozanları ilk defa resmen örgütlenmeye başladı, Devrimci Halk Ozanları Kültür Derneği adıyla. Bu halk ozanlarının tamamına yakını Alevi Kürt kökenliydi.
Hangi ozanlar vardı? Aşık Mahsuni, İhsanı, Osman Dağlı, Kul Ahmeti, Kul Hasan, Şah Turna, Maksuti dahil birçok halk ozanı vardı. Bu halk ozanların hepsi, TİP’e üyeydi. Onlar TİP üzerinden kendilerini ifade etme, kitlelere gitmeyi hedefliyordu. TİP de bu halk ozanları üzerinden propgandasını yapıyor kitlelere gidiyordu. Dolayısı ile bu belli çevreleri rahatsız etti. Nitekim bu aynı zamanda bir siyasi ve dini tartışmayı da beraberinde getirdi. İlk defa o tarihe kadar belki kapalı kapılar arkasında yapılan tartışmalar meydana döküldü. Konserler, Alevi geceleri ve belli çevrelerin tahrikiyle düşünsel planda ideolijik ve dinsel tartışma başlandı. Bazı softa unsurlar Kızılbaş ozanlara sataşmaya başlıyordu. Özellikle 1967 yılında Elbistan’da yapılan bir Alevi kültür gecesine bazı karanlık güçler, o zamanki softa ve faşist unsurları örgütleyerek geceyi bastılar.Bazı yerlerde bazı sataşmalar oluyordu. Ama Elbistan’da hazırlıklı planlar yapıldı. Sinema salonu basıldı. İnsanlar öldü. Ve canlarını zor kurtardılar. Tutuklanan halk ozanları oldu. Bu tamamen örgütlü ve provaktif bir eylemdi. Bu daha sonraki katliamların habercisiydi. Elbistan’ın içindeki Kızılbaş Kürtler iş güç sahibi olmaya varlık göstermeye başlamıştı. Onları oradan tasfiye etmek amaçlandı. Nitekim o katliam girişiminden sonra, oradaki eczacı, doktor bir çok kişi ordan göç etmek zorunda kaldı.
Sizin elinizde 1973 yılında Maraş’ta çıkan bir kitapçık da var. Maraşa giden süreç ile bağlantılı bir durum mu? Evet bu da bilinmiyor. Bu kitapçığın başlığı söyleydi: “Hakiki Aleviler Müslümandır”. Mustafa Ramazanoğlu adında bir tarikat mensubu bu kitapçığı çıkarıyor. Bu kitapçıkta açıkça Alevilere sataşılıyor. Özellikle solcu Aleviler açıkça mahkum ediliyor. O tarih olayı itibari ile 3K devreye giriyor. Kızılbaş, Kürt ve Komünist kimliği ile doğrudan insanlar hedef alınıyor. Bir taş ile üç kuş hedeflenmekte…Nitekim 1973’de yayınlanan broşürde doğrudan solcu Kızılbaş Kürtler hedef alınıyor. Ve Elbistan’ın faturası da onlara çıkarılıyor. O büroşürle bu 3K sıfatlara mensup Kızılbaş Kürtler tehdit ediliyor. Bu, Maraş’a giden süreçte alt yapı hazırlanmadır. Siz o tarihte TRT muhabiriydiniz. POL-DER’li bir polisin size anlattığı da var? Doğru. CHP dönemi olduğu için katliam döneminde Maraş’ta POL-DER şube başkanlığı yapan, birinci şubede istihbaratçı olarak çalışan Antalyalı bir polis memuru, aynen şunu anlattı: “İllerde Asayiş Komisyonu diye komisyon var, Valinin başkanlığında, İl Jandarma Alay Komutanı, İl Emniyet Müdürü, MİT Bölge Temsilcisi, ilgili vali yardımcısından oluşan bir komisyondur bu. Bu İl Asayiş Komisyonu her ay İçişleri Bakanlığına rapor verir. Polis memuru diyordu ki, “Ben 4 ay kala devlet içindeki bazı unsurların, yani emniyet içinde bazı emniyet mensupları ile faşist unsurların işbirliği halinde bir katliam hazırlığı içinde olduklarını tespit ettim ve rapor ettim”. Fakat diyor, ilk üç ay kala ilk İçişleri Bakanlığı’na gönderilen raporlarda yer almadığını fark ettim. “Ama, olayın olmasına bir ay kala İçişleri Bakanlığı’na raporların gittiğini ama, ona rağmen hükümet tarafından hiç bir adım atılmadı” diyor. Ve Maraş katliamı oldu. Nitekim Ecevit’in kasasında çıktı bir belge, bu POL-DER Şube Başkanın söylediklerini bütünü ile doğruluyor. Başka bir belgede O tarihte TİT (Türk İntikam Tugayı) , ETKO (Esir Türkleri Kurtarma Ordusu), o tarihteki derin devlet yapılanmalarının adıydı. O dönem bütün eylemler, TİT ve ETKO adıyla yapılıyordu. O zaman gazetelere gönderilen bildirilerde açıkca tehditler sıralanıyordu. Maraş aslında yıllar öncesinden bir planlamaydı değil mi? Elbette. 1973’teki broşürü onun için söylüyorum. ‘Hakiki Aleviler Müslümandır.’ Onların söylediği, Şiilik gibi bir Alevilik anlatılıyor. Yani İslamiyetin, Sünni bir mezhep gibi. Eğer bunlardansanız Alevisiniz, eğer bunlardan değilseniz Komünistsiniz. Yıllar öncesinden başlayan bir hazırlık vardı.Maraş’ta Kızılbaşların çok büyük bir bölümü Kürt ve solcuydu. Dolayısı ile bunların istediği 3K orada hazırdı. Kızılbaş Kürtler önemli ölçüde iş güç sahibi olmasıydı. Pazarda pay sahibiydiler. Bir amaç da bu pazarda pay almasına darbe vurmaktı. Maraş’ın merkezinde söküp atmaktı. Bakılırsa katliamcı güruhun saldırdığı yerlerden bir de Kızılbaşların iş yerlerine de saldırılar vardı. Hem evlerine hem iş yerlerine saldırıyorlardı.
Maraş katliamının çok dramatik bir özelliği de sanıkların serbest kalıp, mağdur olanların yargılanmasıdır! Evet, dramatiktir. Sanıklar belli, olayın faileri belli, devletin gizli belgeleri ve Sıkıyönetim Mahkemesi’nin kararları ile ortadayken. Özellikle sıkıyönetimin ilanından ve Yusuf Haznedaroğlu adında bir paşanın sıkıyönetimin başına getirildikten sonra, mahkeme seyrinin tamamen değiştiğini gözlemliyoruz. Bir bakıyorsunuz katliamın en önemli, bir numaralı sanığından başlayarak bir çoğu beraat ettiği gibi, bu katliamda sırf insanları kurtardığı benim de bizzat tanıdığım Fevzi Onaç, YSE müdürüydü. Katliamda insanları katliamdan kurtardığı için sanık olarak yargılanarak yıllarca cezaevinde kaldı. Katliam hazırlıklarını devletin planlı olarak yaptığı aşikardır. Elbette. Bakın 4 ay önce istihbarat birimlerinin böyle bir katliam hazırlığı olduğunu Emniyetin Asayiş Komisyonu’na rapor ediyor. Yılbaşına giden bir süreçte adamları değişik kıyafetler ile ya milli piyango görevlileri, ya belediye yetkilileri diyerek adamları dışardan mobilize otobüsler ile getiriyorlar. Ecevit’in kasasında da çıktı; bu planlı bir katliamdı. Demografik yapı mı değiştirilmek isteniliyordu? Asıl amaç oydu. Merkezde Kızılbaş Kürtler ekonomik güç sahibi oluyorlardı. Demografik yapıyı değiştirmek istiyorlardı. Bugün de Narlı ovasına yapılan çimento fabrikaları Maraş’ın demografik yapısını değiştirmek istiyorlar. Başka türlü değiştiremeyince bu şekil yönelim var. Sonraki katliamlardan bahsedersek… Yine Kızılbaşlar hedef alınıyor. Dikkat edilirse, katliamlar genellikle Kızılırmak’ın doğusunda kalan bölgelerde oluyor. Kızılbaş Kürtlerin yoğunlukta olduğu bölgelerde. Dikkat çekmek lazım buraya. Arap Alevilerin yaşadığı bölgelerde değil, Çukurova’da değil, Yörük Alevilerin yaşadığı Toroslarda değil, Balkanlarda değil. Nerede katliamlar olduğuna bakarsak, Malatya, Sivas, Çorum, Alaca, Erzincan’dır. Çorum deyip geçmemek lazım. Çorum’a bağlı 35 Kürt Kızılbaş köyü var. Sadece Alaca değil. Maraş 12 Eylül sürecini getirdi. Maraş katliamı ardından diğer katliamlar, tamamen askeri yönetime davetiye çıkarmadır. Tamamen bilinçli, devletin faşizan unsurları aracılığı ile gerçekleştirdiği bir katliamdır. Katledilen insanların sayısı konusunda farklı söylentiler var. Resmiyette 112 olduğu söyleniyor ama gerçekte çok insan katledildi. Bunun yeni askeri yönetime zemin hazırlanmış amacı ile gerçekleştirildiği ortadadır. Bir yandan insanlar katledildi, bir yandan da anında sıkıyönetim çağrıları yapıldı. Türkeş ve Demirel’in o dönem çağrıları vardı. Hatta CHP döneminde sıkıyönetim ilan edildi. Türkeş’in sıkıyönetimin alanların genişletilmesi istediğine dair açıklamaları var. Burada neden Kürt Alevileri hedef haline geliyor? Kızılbaş kimliklerinden dolayı, devlet aygıtı ile geşmişinden bu yana ters düşüyorlar. Selçuklu’dan bu yana, zaten Kızılbaş kimliğinden dolayı devletin resmi dini ile çelişkileri var. İkinci Kürt kimliğinden dolayı devletin resmi ideolojisinden dolayı çelişkileri var. Üçünsü de solculukdan dolayı da çelişkileri var. Ondan dolayı bu 3K’yi devreye koyarak, yönelim oldu. ERDAL ALIÇPINAR