Sürgünde sürgün verenler! Reviewed by El-Com on . Adını anımsıyamadığım bir ozanın şiiriyle başlayacağım yazıma: “Ben sürgün bir babanın çocuğu / yolum özgürlük yolu / Sevdamı taşıyacağım ülkeden ülkeye / Bir n Adını anımsıyamadığım bir ozanın şiiriyle başlayacağım yazıma: “Ben sürgün bir babanın çocuğu / yolum özgürlük yolu / Sevdamı taşıyacağım ülkeden ülkeye / Bir n Rating:
You Are Here: Home » Kültür » Sürgünde sürgün verenler!

Sürgünde sürgün verenler!

Paylaş…Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on Google+Email this to someoneShare on LinkedInPrint this page

Adını anımsıyamadığım bir ozanın şiiriyle başlayacağım yazıma: “Ben sürgün bir babanın çocuğu / yolum özgürlük yolu / Sevdamı taşıyacağım ülkeden ülkeye / Bir nişan yüzüğü gibi / Gideceğim her yere…” der.

Kürtler son 30-35 yıldan buyana köklerinden koparıldılar. Sürgüne duçar ettiler. Metropolların varoşlarına ve dünyanın dört bir yanına darı misali serpildiler. Bir avuç özgürlük ve onurlu bir yaşam uğruna. Bu göç yollarında kimi dağlarda soğuktan, kimide tırların kasalarında havasızlıktan, umutları yeşermeden son nefeslerini verdiler. Nice aşklar başka baharlara ertelendi. Damatlıklar askıda asılı, ceyizleri de bohçalarda basılı ve kitablar sıralarda açık kaldı.

Londra’da yaşayan ve henüz 35 yaşındaki Kürt Sinama yönetmeni Haco Cheko, Türkiye’de Dicle Üniversitesi’nde Almanca öğretmenliğini okumuş. Londra’da ise, Birkbeck Üniversitesi’nde Film ve Media öğrenimini görmuş. Haco, gerçek hikayelerden yola çıkarak, kendisine özgün bir tarzla ve biraz kurmaca katarak, 70 dakika süren, Lİ VİR (Burada) isimli bir film yapmış. Kürtlerin yaşam serüvenine, ekonomik olanakları ölçüsünde bir ayna tutmuş. Bu film daha önce, Ortadoğu Sinama Akademisi tarafından düzenlenen Amed (Diyarbakır) Uluslararası filmfestivali Eylül 2012’de en iyi film ödülünü kazanmış.

Haco, bu filmde, gurbet gecelerinizi, yaşamışlığınızı ve düşlerinizi önünüze seriyor. Rol alan Haco, Musa ve Hüseyin, bizlere demek istiyorlar ki: Her yeni doğan sabaha göz kırptınız mı? Güneşle güldünüz mü, yağmurla ağladınız mı hiç? Her birimiz, yaşamın tiyatro sahnesinde birer oyuncu değil miyiz? Üzerimize geçirilen kostümlarla hareket etmiyor muyuz? Hareket edebiliyor olmamız yaşıyor ve hele onurluca yaşıyor olmamızın ispatı mı? Gülüyor olmamız mutlu olduğumuzun anlamına mı geliyor? Olabildiğimiz kadar kendimiz olabiliyor muyuz? Bağrımızda yaşattığımız tel örgülerini kırabiliyor muyuz?

Dersim’li Musa, “Vidani redçi’liği işlerken, aslında bizlere şunu demek istiyordu: Geçmişin bir ölümcül damgadır künyende. Düşlerin paramparça. Ülkede hangi yana baksan, bir faili meçhul kurbanın son yürek atışını ve kapanmayan gözlerle, seni sorgulayan bakışını görür gibi oluyorsun.
Ne zaman son bulacak bu katliamlar, işkenceler, horlamalar, inkarlar ve ne zaman dinecek ülkedeki kan kaybı? İşte bu nedenle askere gitmek istemiyorum. Ben insan öldürmek istemiyorum der gibiydi.

Sevgili okuyucular, çoğu kez düşlere dalarsınız, gözleriniz açık kanapede otururken. Anılarla içiçe olursunuz. İçinizin çizildiğini hissedersiniz. Sıcak bir kahvenin kokusuyla ısınmak ister, anıların vadisindeki uzun yolculuklara bir kez daha çıkarsınız.

Musa’da annesinin dizinde uzanırken, tarihin tüm ağırlığını omuzunda duyuyor. Annesinin elini okşarken, sevinci, sevgiyi ve direnci yüreğinde taşıyor. Annesini ve babasını incitmeden, “doğru bildiğin yoldan yalnız da olsan gideceksin” dercesine, onları iknaya çalışıyor. Ve yaşadığı günlere bir çentik atıyor.

Musa ve Hüseyin, Londra’ya gelmeden önce duymuşlardı: 1215 yılında İngiltere’nin Madakarta şehrinde ilk defa İnsan Hakları kaleme alındığını. Kim bilir onların torunları demokrasiyi hayli ilerletmişlerdir düşüncesiyle İngiltere’yi seçmişler. Buraya geldikten sonra da “kazın ayağının hiç de öyle olmadığını” öğrenmişler. Kanada’ya gitmek için çareler aramışlar.

Can okuyucular, sevginin, umudun rengi, en az bizim için yok bu diyasporalardan. Özgürlüğe duyulan bu özlem, insanı tedirginliğin, belirsizliğin kıskacına sürüklüyor. Özgürlüğü önce içimizde yeşertmeliyiz…

Sancılar çoğalıyor…Hiç bir yere ait değilsin…Yurtsuzsun, kimsesizsin… Hep üşürsün…Avrupa’da bir de kara kafalısın… Düşlerinde umut kırıntılarına düçar olursun. Onlarla oyalanırsın. Böyle bir ruh halinde yaşayan Hüseyin, Kanada’ya gitmek için, sahte passaport kullanımını öğrenmeye çalışırken, seyirciyi güldürüyor. Aslında seyirciyi acılardan uzaklaştırmak için mola veriyor.

Diyalektiğin kuralı: “Babamdan ileriyim. Ama, oğlumdan geriyim” der. Gençler bize umut veriyor. Baksanıza, sürgünde sürgün veriyorlar.

Haco başta olmak üzere tüm oyuncu kardeşlerim, yolunuz açık olsun. Yüreklerinize dost sıcaklığı gide! Sevgi imanımız ola! Muhabbet mihmanımız ve düşleriniz yaşamınız ola….İçtenlikle öperim gözlerinizden.

Ali ERDOĞAN 

elbistanliali@fsmail.net

Scroll to top
UA-37549610-1