M Bayrak’tan dezenformasyona karşı bir çalışma: Horasan
Mehmet Bayrak, yeni çalışması ‘Horasan’la okur karşısına çıktı. Yazar, kitabıyla, resmi tarihin maniple ettiği Horasan’ın tarihsel ve toplumsal yapısını gerçek temelleri üzerinde okura sunuyor. Alevilerin “Horasan’dan geldik Türk’üz” söyleminin dezenformasyon politikası olduğunu belirterek, İttihat Terakki tarafından kullanılan bu politikanın Kemalizm’le birlikte değerlendirilmesi gerektiğini ifade ediyor. Bayrak’la Özge Yayınlarından çıkan son kitabıyla ilgili görüştük.
Öncelikle, Horasan adlı bir çalışmayı hazırlama gereğini neden duydunuz?
Kitabın önsözünde de vurguladığım gibi; Horasan, genelde Alevilerin, özelde Kürt Alevilerin tarihinde adeta bir “efsunlu coğrafya” olarak sunuldu. Mezopotamya’yı, Kürdistan’ı ve Anadolu’yu mekan tutan hemen bütün ulular, veliler, ermişler bu coğrafyadan çıkmış ve dört bir yana dağılmışlardı!.. Ve bunların tümü “İslamı ve Türklüğü yaymak” üzere yola çıkmışlardı…Bu anlamda Horasan, tam bir “kimlik karartma mekanı” olarak karşımıza çıkarılıyordu… Geçmişte Kızılbaşları Sünnileştirmek için Osmanlı döneminde düzenlenen veya yazdırılan Menakıbname, Velayetname gibi belgelerdeki düzmece bilgileri de, atfedildiği kişilerin gerçek yaşamı sanıyorlardı….Özellikle yakın geçmişte Kızılbaş ve Kürt kimliklerini karartmada bir pilot bölge olarak seçilen Horasan’ın, tarihsel ve toplumsal yapısını gerçek temelleri üstüne oturtma amacından doğdu bu çalışma.
Horasan deyince nereyi algılamak gerek? Ve sözü edilen Horasan’ın etnik yapısı, kültürü ve inancı hakkında neler diyeceksiniz?
Horasan, bilindiği gibi Hazar Denizi’nin güneydoğusunda, bir başka deyişle İran’ın kuzeydoğusunda yer alan büyük bir eyaletin adıdır. Kuzey Kürdistan’da Erzurum’a bağlı bir kaza merkezi ve Güney Kürdistan’da bu adla bir başka yerleşke bulunmakla birlikte, burada incelenen bölge, geçmişte ağırlıkla Özbeklere bağlıyken, Şah İsmail (Hatayi) tarafından zapt edilip Safevilere bağlanan bir eyalet veya eski deyimle memlekettir.
Söz konusu topraklar, Orta Asya’nın ve doğudaki Afganistan, Pakistan ve Hindistan’ın Ön Asya’ya açılan kapısı niteliğinde olduğu için, buranın etnik yapısı da homojen değil, söz yerindeyse oldukça heterojen ve renklidir. Nitekim, bu eyalette birçok etnik topluluk, halk ve inanç sistemi yaşamaktadır. Keza, İslamiyet’ten önce ve Sasaniler döneminde Kürtlerin de bu topraklarda yaşadığı bilinmektedir. Yine bölge insanlarından Kürt kökenli devlet adamı ve komutan Ebu Müslim-i Horasani’nin (Kürdi), bu bölgede yaşadığı ve Emevi hilafetini yıkıp, yönetimi Abbasi halifelerine verdiği de bilinmektedir.
Bu çok kimlikli yapı dolayısıyla, Horasan’ın inanç ve kültür yapısı da oldukça renklilik göstermektedir. Milattan önce ve sonra birçok Batıni öğretinin merkezi olan bu topraklarda; halifeler döneminden itibaren İslamiyet; Safevi yönetiminden başlayarak Şiilik; devletlerin resmi dini veya mezhebi olmakla birlikte, bölge insanına tümüyle nüfuz edememiştir. Nitekim, bugün bile orada yaşayan bir buçuk milyon dolayındaki Kürt’ün yaklaşık yüzde 75’i Yaresan, Şii ve Ezidi inancına mensuptur ki, bunların Şiiliği de daha çok Aleviliğe yakındır.
KEMALİST YÖNTEMLER DEVREYE SOKULDU
Çalışmanızda Alevilerin sürekli söylediği, “Horasan’dan geldikleri ve Türk oldukları” yönündeki bu söylemin arka planını aydınlatıyorsunuz. Bunun doğru olmadığını ortaya koyuyorsunuz. Alevilerin bu söylemi kullanmalarını neye bağlıyorsunuz?
Bu söylemin ve dezenformasyonun temelinin “kimlikleri karartarak Alevileri Müslümanlaştırmak ve Kürtleri Türkleştirmek” olduğunu daha önce söylemiştim.
Bu politikanın birinci ayağı, Osmanlı Devletinin icazetiyle ve yönlendirmesiyle kurulan Bektaşi dergahları/ tekkeleri üzerinden yürütüldü. Dikkat edilirse, bu tekkeler Hacı Bektaş Veli adından giderek, ancak onun ölümünden yaklaşık 200 yıl sonra kurulmuştu. Bu politikanın ikinci ayağı ise, İslam halifeliğinin Yavuz Selim tarafından alınmasından sonra özellikle Şecereler/ İcazetnameler üzerinden yürütüldü…
Aynı politika, bu kez İttihat Terakki tarafından Kızılbaş ve Kürt kimliklerinin asimilasyonunda bir araç olarak kullanıldı ki, bu da konunun üçüncü ayağını oluşturuyordu. Tabii, bunu Kemalizmle birlikte değerlendirmek gerekir. Çünkü Mustafa Kemal’in kendisi de dahil, Kemalist kadroların yaklaşık yüzde 90- 95’i eski İttihatçı kadrolardı. Onların savaş dolayısıyla yarım bıraktığı politikayı, Kemalist yönetimler uygulamaya koyuyordu.
Düşünün ki, nice halkın binlerce yıllık tarihinden sonra Anadolu’ya gelen Türkler adına ortaya çıkan bu irade, tüm halkı devlet zoruyla bir anda “Türk” ilan ediyordu. Oysa, biliyoruz ki, bugün bile Türkiye’de yaşayan insanların sadece yüzde 3’ü Horasan’ın komşusu Orta Asya’dan geliyor. En abartılı rakamlarla bile bu oran yüzde 8’i geçmiyor…